Katastrofik kaygı, yalnızca bir ruhsal sağlık meselesi değil; aynı zamanda toplumun birey üzerindeki baskılarının, kimliklerin şekillenişinin ve adalet arayışının da bir aynasıdır. Bu yüzden bu konuyu konuşmak, yalnızca psikolojiden değil; toplumsal cinsiyetten, çeşitlilikten ve sosyal adaletten de bahsetmek demektir. Belki de tam bu nedenle, “en kötü senaryoları” kafasında sürekli canlandıran birinin öyküsü, hepimizin içinde yaşadığı dünyanın bir yansımasıdır.
Katastrofik Kaygı Nedir? Zihnin ‘En Kötü’yle Dansı
Katastrofik kaygı, kişinin yaşadığı bir durumun veya gelecekte olabilecek bir olayın sonuçlarını sürekli en kötü ihtimallerle hayal etmesi, bu senaryoların gerçek olacağına inanması ve buna göre hareket etmesidir. “Ya başaramazsam?”, “Ya herkes beni terk ederse?”, “Ya dünya çökerse?” gibi düşünceler zihni ele geçirir ve kişi artık gerçek riskle hayal arasındaki farkı ayırt edemez hâle gelir.
Bu tür kaygı yalnızca bireysel bir zihinsel süreç değildir. İçinde yaşadığımız sosyal çevre, ekonomik belirsizlikler, toplumsal cinsiyet rolleri, ırkçılık, ayrımcılık ve eşitsizlik gibi yapısal unsurlar bu düşünceleri derinleştirir. Başka bir deyişle, katastrofik kaygı çoğu zaman sadece beynin ürünü değil, toplumun da eseridir.
Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Katastrofik Kaygı
Kadınların Empati Yükü: “Ya Herkes Kırılırsa?”
Toplum kadınlara çoğunlukla “sorumluluk taşıyıcı”, “duygusal destek verici”, “ilişki kurucu” roller yükler. Bu roller kadınların empati kapasitesini güçlendirirken, aynı zamanda kaygı yükünü de artırır.
Bir kadın, çocuklarını düşünürken sadece okul başarısını değil, gelecekteki mutluluğunu da dert eder. İş yerinde sadece kendi performansını değil, ekibinin huzurunu da düşünür. Ve çoğu zaman katastrofik kaygı, “ya kimse mutlu olmazsa” gibi empatik ama yıkıcı bir endişeye dönüşür.
Peki bu noktada soru şudur: Kadınların bu derin empatisi, onları daha güçlü kılarken aynı zamanda neden daha kırılgan hale getiriyor?
Erkeklerin Çözüm Odaklı Tuzakları: “Ya Başaramazsam?”
Erkekler ise toplumsal olarak çözüm odaklı, mantıklı, sonuç getiren bireyler olmaya teşvik edilir. Bu kültürel beklenti, katastrofik kaygının biçimini değiştirir.
Bir erkek için en kötü senaryo çoğu zaman başarısızlık, güçsüzlük veya kontrolü kaybetmektir. Bu yüzden katastrofik düşünceler “ya ailemi geçindiremezsem?”, “ya başarısız olursam?” gibi sonuç odaklı korkular etrafında döner.
Ancak bu zihinsel tuzak, erkeklerin duygularını bastırmalarına, yardım istemekten kaçınmalarına da neden olur. Sonuç: İçeride büyüyen ama dışarıdan görünmeyen bir kaygı fırtınası.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Bağlamında Katastrofik Kaygı
Kimlikler ve “En Kötü” Senaryolar
Katastrofik kaygı sadece bireysel özelliklere değil, kimliğe ve aidiyete göre de farklı şekillerde ortaya çıkar.
Etnik azınlıklar, LGBTİ+ bireyler veya engelliler için en kötü senaryo, çoğu zaman ayrımcılık, dışlanma veya şiddetle ilişkilidir.
“Ya kabul edilmezsem?”, “Ya dışarıda saldırıya uğrarsam?”, “Ya sesimi kimse duymazsa?” gibi sorular, sadece kaygının değil, toplumsal eşitsizliğin ürünüdür.
Burada kritik soru şudur: Katastrofik kaygıyı yalnızca bireyin sorunu gibi görmek, onu yaratan sistematik eşitsizlikleri görünmez mi kılar?
Adalet Arayışı ve Kaygının Dönüştürücü Gücü
Katastrofik kaygı her zaman yıkıcı olmak zorunda değildir. Toplumsal adalet mücadelesi içinde, bu kaygı bazen bir uyarı, bazen de değişim çağrısı olabilir.
Bir anne “ya çocuğum bu sistemde ezilirse?” diye kaygılanırsa, bu eğitim eşitsizliğine karşı harekete geçmesini sağlayabilir.
Bir genç “ya kimliğim yüzünden dışlanırsam?” diye korkarsa, bu onu daha adil bir toplum talep etmeye yöneltebilir.
Katastrofik Kaygıyla Baş Etmek: Birlikte İyileşmenin Yolları
1. Düşünceleri Sorgulamak
Kaygının temeline inin: Bu düşünce gerçek mi, yoksa toplumun üzerime yüklediği bir korku mu?
2. Duygulara Alan Açmak
Kaygıyı bastırmak yerine onu kabul edin. Kadınsanız “fazla duygusalım” diye suçlamayın, erkekseniz “zayıfım” diye utanmayın.
3. Toplulukla Güçlenmek
Destek grupları, terapiler ve sosyal dayanışma ağları, katastrofik düşünceleri yalnızca bireysel bir mesele olmaktan çıkarır. Birlikte konuşmak, yalnız olmadığımızı hatırlatır.
Sonuç: Kaygı, Değişimin Başlangıcı Olabilir
Katastrofik kaygı, sadece zihnimizin oyunu değil, çoğu zaman toplumun aynasıdır. Kadınların empatisi, erkeklerin çözüm odaklılığı, farklı kimliklerin maruz kaldığı adaletsizlikler bu aynada birleşir.
Şimdi kendimize soralım: Bu korkular gerçekten benim mi, yoksa bana öğretilenlerin yankısı mı? Ve eğer öyleyse… Belki de bu kaygıyı susturmak değil, dönüştürmek zamanıdır.
Sizce katastrofik kaygılarımızı anlamak, daha adil bir toplum inşa etmenin ilk adımı olabilir mi?
Kişiler çeşitli durumlara karşı anksiyete geliştirebilmektedir. Hissedilen kaygının çeşitlenmesi ve genellenmesi ise karışık anksiyete olarak tanımlanabilmektedir. Buna ek olarak depresif bozukluk da kendini gösterebilmektedir. Son zamanlarda bu iki hastalığın birlikte görülme durumları artış göstermektedir. OKB kendi kendine geçmez, bu yüzden tedavi edilmesi önemlidir. En iyi tedavi yöntemi ilaç ve bilişsel davranış terapisidir .
Aybike!
Saygıdeğer katkınız sayesinde yazının kapsamı genişledi, içerik daha çok yönlü hale geldi ve metin daha doyurucu oldu.
OKB kendi kendine geçmez, bu yüzden tedavi edilmesi önemlidir. En iyi tedavi yöntemi ilaç ve bilişsel davranış terapisidir . Kronikleşme yani müzmin hale gelme olasılığının yüksek olması tedavinin önemini arttırmaktadır. Erken teşhis her zaman tedavi süresini kısaltır. Katastrofik düşüncelerle boğuşan kişiler, genellikle küçük olayları bile büyük bir felakete dönüşeceği korkusuyla yaşamaktadır .
Nazende!
Katkınız yazının daha anlaşılır olmasını sağladı.